TOPLUM YAŞAM 

ÇÖKÜŞ

Mandaya dokunur gibi cahil insana dokunmanın hiçbir yararı olmaz. İnsanı uyandırmak için sinir uçlarına dokunmalı, akla giden yolları tıkayan kutsallarına dokunmalı. Donmuş beyinlerin çözülmesi için üzerine kaynar su dökmeli. Cesaretle dokunmalı.

Ölüsüne ağlamanın bile suç sayıldığı, ağıt yakmanın günah sayıldığı bir ülkede faşist, yobaz zihniyetin baskıcı yönetime karşı gerçeği yazmak için mangal yürekli olmalı. Yürekli değil isen en azından hiç doğrusu olmayan iktidarın yanlışına yanlış denmeli.

Acıma duygusunu erdem gibi anlatan, sürekli sabır ve metanet vaaz edenlere itiraz etmeli. Tanrının ağzıyla konuşan din adamlarının sözlerinin uydurma şeyler olduğunu söylemeli. Bunları yapmadan aklın yolu hep tıkalı olacaktır.

Acıları acıyarak dindiremezsiniz. Yardım etmek gerekir. Örneğin depremde binlerce insan yerin altında can verdi. O insanların inandıkları tanrıları, güvendikleri devletleri yardım etmedi. Şu tespitimin yerinde olacağını düşünüyorum: İnandıklarına tam güvenmeyeceksin, güvendiklerine tam inanmayacaksın.

İnsan için de tanrı için de geçerli olduğuna düşünüyorum. Devemizi sağlam kazığa bağlamayı akıl edemiyoruz. İşimizi kadere bağlıyoruz. Doğal afetleri tekrar tekrar yaşadığımız halde unutuyoruz. Balık hafızalıyız, kısa zamanda unutuyoruz. Yaralarımızdan daha kan akarken unutuyoruz. Denizanalarına benziyoruz. Hafızaları olmadığı halde binlerce yıl yaşayabilen denizanalarına benziyoruz. Dünü dünde öldürerek unutuyoruz, “Yarına Allah kerim” diyoruz.

Dünya aklın ve bilimin gösterdiği yolda ilerlerken ülkemiz, insanını kendini kadere teslim ederek çürümeye terk ediyor. İslam denen dinin temelinde “rab” ve “kul” ilkesiyle teslimiyet emredilir. Tanrı, efendidir; insan, onun kulu ve kölesidir. Kul, rabbini sorgulayamaz, ona karşı isyan edemez, sadece ona itaat eder. İktidara gelen liderler tanrıya özeniyorlar.

Bu dünyaya, yani yaşama kıymet vermiyoruz. Öteki dünyaya kıymet verdiğimiz kadar bu dünyaya kıymet verseydik malımızı canımızı korumak için tedbir alırdık. Din adamları öteki dünyayı allayıp pullayıp sunuyorlar bize. Öteki dünyada ölümsüzlüğe inandırılmışız. Böylece şu anki yaşamı önemsizleştiriyorlar. Bu inanan insan ölümden korkmaz, hakiki hayatın öteki dünyada olduğuna inanır.

Ölüm inkâr edilemez bir gerçekliktir. Zamansız ölüm akılsızlığın sonucudur. Savaşlara, ölümlere seve seve gidiyoruz. Sel sularında boğuluyoruz, depremlerde enkaz altında can veriyoruz. Kömür ocaklarında yanıyoruz. Neden? Çünkü öteki dünyayı bu dünyadan daha çok seviyoruz.

Bu zamansız ölümlerin suçlusu kimlerdir? Ortada bir suç olduğu kesin; ama suçlular bulunamıyor. Aslında suçlular belli. Bu bir devlet için çöküş sayılır. Ölenler öldü, kalanlara ise bol bol Fatiha okunur, lokmalar dökülür, sadakalar verilir. Onlar yerin altında, bedenleri cansız… Politikacılar “Yaralarımızı saracağız” diyorlar hep. Yaralıların yaralarını saracaksınız, ya ölenler için ne yapacaksınız? Devlet denetimine güvenerek ev yaptırdılar. Evleri onların mezarları oldu. Bilselerdi çadırlarda yaşamaya razı olacaklardı.

Suçluyu kadere, fıtrata yükleyenlerden hesap soracaktık… Zamansız ölenlerin anısına saygıyla…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar